top of page

Her Cumartesi Ege Telgraf Gazetesinde Köyün Delisi köşesinde, o hafta karşılaştıklarımla ilgili yazılarım sizlerle.. Keyifli okumalar...

1566394820.jpg
Gazete Köşesi: Ünlü Söz

SAKLI YARALAR

Ege Telgraf- 8.10.2022

Hayatın bizde açtığı, derimizin de altında, ruhumuzda bir yerlere işlediği yaralarla nasıl devam edeceğiz?
Yaşamaya yaralı olarak devam etme fikri.. Ne garip. Geçtiğimiz günlerde duyduğum ve içimi çok acıtan sorulardan bir tanesi buydu. Çok farklı yerlere sürükledi çünkü beni.
Bir yandan psikolojik dayanıklılık araştırmaları yaptığım şu günlere şak diye oturan bir soru oldu. Zorlu yaralardan sonra, onlarla devam etme kapasitemizi okuyorum hemen her gün. Ama gelin görün ki bazen hiç de devam edemediğimizi düşündüğümüz tonlarca anı var her yerimde.
Sene 2016 civarlarında, akşam eve geldiğimde anneannem de anlatırdı mesela eski yaraları. Hiç de beklemezdiniz, pat diye konu oralara gelir ve o dökülüverirdi. 70 yıllık ruhunun bir yerlerinde nasıl da saklanmış hayret ederdim. Saklanmış..
Önceki cümlenin en parlayan kısmının bu olduğunu düşünüyorum artık. Birileriyle tanıştığınızda kendinizi nasıl tanıtırsınız? Bütünüyle, olduğunuz gibi yaralarınızla beraber bir paket yapmazsınız. Görünürde ve zihninizde bir kişilik bütünlersiniz ve onu aktarırsınız. Diğer taraflarımız bizde kalır. En gizil parçalarımızdır onlar. Öyle gizil ki bazen sizde hiç açıp bakmazsınız. Zaten acıtır, ne diye tekrar tekrar bakasınız ki canım. Evimizin yamalı odaları oralar, kapıları genelde kilitlidir.
O kadar süre kilitli kalan yerleri unuttuk sanarız sonra. Ama karşılaştığım farklı durumlar onların unutulmadığını sadece açılmak için doğru zamanları beklediğini gösteriyor bugün bana.
Yaralarımızın olması değil önemli olan, o kilitleri nerelerde ve nasıl açabildiğimiz. Bazen bir odanın köşesinde, kahve içip sohbet ederken, bazen en tanıdığınız insana, güvende hissederken, bazen hiç tanımadığınız birine öylece bir otobüste, ya da çok daha özel hissettiren anlarda, ruhunuz çıplak kalmışken. Bu çıplaklık korkutmasın sizi, karşınızdakinin sizi tam olarak anlamasına gerek bile kalmayabilir. Sadece durmak, kaybolmadın, buradasın diyebilmek. Bu yetecektir. Birbirimizi nasıl tam olarak anlayabiliriz ki söyleyin?
Yaralarımızı göstermek ve anlaşıldığımızı hissetmek. Bir nevi saklanmaktan vazgeçmek değil midir?
Bugün, yaptığımız bazı tercihlerin sonuçlarını yaşıyoruz akışta. İşte gösterdik kendimizi, ve ertesi gün öylece devam ediyoruz. Ama bu öylelik de farklı dostlarım, saklanmaktan vazgeçmiş bir parçamız da bizimle geliyor. Yamalı odalarda mücadele gücü veriyor bize. O odalarda, ne çok anı açılıp kapanabilir, ne yargılar değişebilir, ne çiçekler yetişebilir bir görseniz..
O saklanmaya gerek kalmayan parçanızı, görebildiniz mi?

toa-heftiba-_UIVmIBB3JU-unsplash.jpg
Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

PERDELER VE GERÇEKLER

Ege Telgraf- 01.10.2022

Haftanın güzel günlerinden bir gün, bir sabah..

Güneş evin tam karşısından doğmuş, kaçacak delik yok, madem doğdu güneşimiz uyanıyorum. Perdelerle bakışıyoruz, öğlene kadar işim yok, hamilelerle ilgili yazılara bakacağım, tek işim bu. Perdeler artık rahatsız ediyor beni, dur şu kısmını makinaya atayım da mis gibi yıkansın diyorum ve merdivenle alıyorum hızlı hızlı. Deterjanı ayarlıyorum, türlü perde beyazlatıcı var, onlardan koyuyorum, çok severek aldığım yumuşatıcıdan da bastım mı tamamdır. Bir saate perdelerim bembeyaz çıkacak, boş camlara bakıp keyifleniyorum.

Canım da hiçbir şey yemek istemedi, ne yapalım, yaptık bir kahve, oturuyoruz. Perdeleri boş boş bekleyecek değilim ya, dün aldığım haftalık gazetenin bir eki var, onu kestirdim gözüme. ‘Gerçeklik’ eki. Çok garip. Ekin teması buymuş. Farklı yazarlar, fizikçiler, felsefeciler gerçekliğimizle ilgili her şeyin çalkalandığı bu dünyada bunlardan bahsedecekler. Oh! Kim bilir neler vardır diyor ve okumaya başlıyorum.

Araları çok anlatmayayım, bir açış anım var gazeteyi senaryoda bir de kapanışı. Hepsi aynı noktaya atış yapmış bu yazarların. Vay be diyorum içimden. Fizikle de uğraşsan felsefeyle de bütün konular gerçeklik olunca ne güzel aynı noktaya temas ediyor. Bir sanatçının gözlerinden anlamlandırılan bu dünyayı bir fizikçinin gözlerinden de görebiliyor muyuz sahiden?

Görebiliyormuşuz, bir sanatçı ve bir fizikçi bugün tam olarak aynı şeylerden bahsedebiliyor. Sadece bahsetme kelimeleri çok farklı. Aynı anlamlandırmalar çıkıyor bütün deliklerin altından. Sonsuz bir sarmalı anlatırken kullandıkları diller farklılaşıyor. Ama tüm yazarların bahsettiği konularda ortak noktalar mevcut.

ANLAM KAZANDIRMAK

Arada bir kaldırıyorum kafamı gazeteden, gerçekliği inşa etmenin seanslarda ne kadar konuşulduğunu düşünüyorum.

 ‘İnşa’

Aslında henüz ağırlığını ya da hafifliğini anlayamadığımız bir kelime.

Ressam Takashi Murakami bir anısını anlatıyor. Yeni açılan bir kahvecide gidip kahve ısmarlıyor. Bir yudum alıyor kahveden ve tükürüyor! Sanki içine portakal suyu konmuş! Gidip soruyor kahvenin içinde ne olduğunu. Hazırlayan kişi de şöyle anlatıyor, sizin daha önce içtikleriniz koyu kavrulmuş kahve çekirdekleri, kahve aslında taze bir meyvedir yani siz bayat çekirdekler tüketiyorsunuz. Bunu düşünerek bir daha içebilir misiniz? Tazeliğin verdiği asitliği tadan Murakami hayatında içtiği en güzel kahveyi tadıyor.

Arada yaşanan çok küçük ama etkisi kocaman olan değişimi görmek çok heyecan verici. Sadece basit bir bilgi. Edindiği deneyimi bambaşka bir noktaya taşıyor. Bu yüzden söylediğimiz kelimeler, edindiğimiz bilgiler, birine aktardığımız sözcükler çok kıymetli.

Çünkü koca bir gerçekliği değiştirebilecek güçte..

İndiriyorum gazeteyi. Bu çok güzel ama aynı zamanda da göz korkutucu olabilecek fikrim çamaşır makinesinin sesiyle bölünüyor. Vay, ne güzel anlamlandırma diyorum içimden. Perdeleri unuttuk, gerçekliğim bozulmasın, perdeleri asmaya gidiyorum..

mika-baumeister-Y_LgXwQEx2c-unsplash.jpg
Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

KAYIP PARÇALAR VE GIZLI HAZINELER

Ege Telgraf- 13.08.2022

Günlerden bir gün, Bodrum’dayım, çarşı hattında yürüyorum. Topluca yapılan bir bereket, arınma çalışması var, nasıl bir şey merak ettim bende katıldım, çok da güzel şeyler anlatıyorlar onları düşünüyorum.
Titreşimlerin etkilerinden, dalga dalga yayılma anlarından, gözle görünür bir durumdan bahsediyorlar. Ancak düşüncelerin gücünü de es geçmiyorlar, belirli bir titreşimi yayarak istediğimiz durumları yaratırız, bunları da öncelikle düşünerek başlarız vs..
Hem yürüyorum hem turistler gelmiş onları izliyorum, bir yandan da titreşim dalgaları geçiyor gözlerimin önünden, bu konuda bir eksiklik yapıyorum, anlatılmak istenen bir şey tam yerleşmiyor kafama, yani gerçekleyemediğim bir durum var ve çözdüm çözeceğim gibi hissediyorum. Düşüncelerle istenilen durumun yaratılması, kısacası hayal etme, bunda hiçbir sıkıntı yok. Sözcükler ve kelimelerle gerçeklik alanına taşınması, hayalleri gerçekleşmiş gibi anlatma, inanç, buralarda da bir sıkıntı yok. E daha önce yazmıştık üzerine, çoktan olmuş gibi hissetmek, galiba burada bir sıkıntı var diye düşünüyorum. Psikolojide gördüğümüz duygular-düşünceler-davranışlar çemberinin bir hattını anlayamamışım görüyor musunuz?
Çarşının ortasında pat diye aydınlanıveriyorum. Tam olarak ne hissedeceğimi nasıl kontrol edeceğim? Zaten beş on duygu adıyla büyüdüğüm ve çoğunlukla duygusal olarak kısıtlandığım bu toplumda, kendimi diğer türlü hissetmeye nasıl açacağım? Hadi ben açtım, insanlar sormayacak mı? Dalga geçmesinler sonra benimle, istediğim ve gerçekleştirmeye çalıştığım durumları çoktan olmuş gibi görsem ve öyle hissetmeye çalışsam, ne yapıyor bu şimdi demesinler?
Düşünceler düşünceler üzerine, çarşıda hala yürüyorum. En son attım kendimi bir yere, oturdum çizdim bunları. Bir şablon haline getirdim. Güzel bir aydınlanma anı, kaybolmamalı diye düşündüm.
Hissettiklerimizin önemini ne kadar küçümsediğimizi gösterebilir bence bize. Başımıza gelen iyi ya da kötü olaylardan sonra duruma dair bir şeyler hissederken buluruz kendimizi.
Ya öncesinde hislerinizi eğitmeyi ve kontrol etmeyi çözseydiniz? Öncül beslenen hisler, gerçekçi olayları kendisine bir mıknatıs gibi çekebilseydi? Dikkat etmemiz gereken nokta şurası olmalı, daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir şeyi nasıl hissedebiliriz? His, duygu bazında konuşunca kalbimizden, içimizden geçenlerden bahsederiz. Hiç karşılaşmadığınız iyi bir olayı düşünün.
Eğer bir çocuk olsaydınız, yepyeni bir şey gördüğünüzde nasıl tepki verirdiniz? Yeni bir şeyi keşfeden bir çocuğa bakın, o merakı, heyecanı görmeye çalışın. Bizim de referans almamız gereken nokta burası. Yani bir çocuğun mutluluk ve heyecan seviyesi başlangıç noktamız. Gerisi beş duyunuzu kullanarak hayal etmeniz, kendinizi o duyguda tutmaya çalışmanız. Buradan nereye kadar gidebiliyorsanız. Hediyeleri tahmininizden daha bol.
Sınır sizin!

Gölde Kanolar
Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

ÇILDIRACAĞIM, YETMEYECEK DELIRECEĞIM!

Ege Telgraf- 23.07.2022

Hiç zihninizin kendini durdurmaya çalıştığını hissettiğiniz oldu mu? Aşırı sekmelerle doldurduğunuz bir bilgisayar ekranının donması, bütün sekmelerin açık halde kalması, kapatmak istediklerinizi kapatamamak, kontrol edememek, çıl-dır-mak!
Bu hafta birçok insanla karşılaştım zihni donan. Haluk Bilginer’in Tatlı Hayat dizisinde bir repliği vardı. Arada açıp onu izliyorum mesela. ‘Çıldıracağım, yetmeyecek delireceğim!’ diye isyan ediyor replikte. Muhteşem bir çığlık senaryosu. Şimdi, hayat da sizin üzerinizden geçiyormuş gibi hissediyorsanız, tüm sekmeler dondu ve çalışmıyorsa, açıp bu 4 saniyelik kısmı izlemenizi tavsiye ederim. Sonra nasıl çözümlenebilir ona bakmaya çalışalım..
***
Kendimizin ikilemlerde kaybolduğu ve donduğu hali dışarıdan görebilseydik belki daha kolay karar verebilirdik buradan çıkmaya. Belirli bir noktada, aynı düşünce akışlarının içinde hapsolarak kaldığımız ve ısrarla aynı düşünceler havuzunda yüzdüğümüz bir gerçek. Bulunduğumuz bu havuz, gri taşlarla döşeli olsun. Rengi de bulanık olsun. İnsanın içini sıksın mesela biraz. Karar vermenizi engelleyen, kötü hissettiren, sadece ‘kapat’ butonunun çalıştığı bir havuzda, burayı dünyanın en konforlu denizi sanarak yüzmekteyiz. Her şey kapkara görünüyor buradan. Çıldırma noktasını çoktan geçtik belki ama haberimiz yok.
Bir yan havuzunuzda ise, berrak sular, mavi döşeli gökyüzü imajı taşlar, ferah serinlikte sular ve donmamış zihinler var.
Bizim bu havuzda ne işimiz var?
***
Her şeyi dönüştürebilecek güçte olan sorular vardır. Hiç beklemediğimiz anlarda geliverir bazen. Yukarıdaki soru, çoğumuz için bu nitelikte bir soru olur umarım. Bulunduğunuz bu bulanık havuzda ne yapıyorsunuz, ne yapmaya çalışıyorsunuz? Daha serin sularda yüzmeyi hak etmiyor musunuz?
Kendi titreşiminizi hangi alanda tutuyorsanız, bulunduğunuz ortamınız da, size gelen olaylar da buna göre şekillenecektir. Daha doğrusu siz şekillendireceksinizdir. Düşük enerjiyle dalgalandırdığınız bir sistemde yükselme anlarını gene yaşarsınız, bunların güzel mutluluklar olduğunu düşünürsünüz ama bulanık bir havuzun kıyısına varmışsınızdır. Dönüp geri geleceğiniz yer gene bu gri havuzdur. Bir başka frekansa girmeyi, başka düşüncelerle dolup taşmayı ve kendinizi yukarı doğru çekmeyi tercih ederseniz buradan çıkıp diğer havuza yolculuk yapabilirsiniz.
***
Mavi havuzun düşmeleri yok mudur peki? Çok mu güllük gülistanlıktır orası?
Keşke mümkün olsaydı. Ama değil… Dibe sürükleniyormuş gibi hissedip yukarı çıkabildiğiniz anlardan bu yeni yerde de yaşanıyor. Ancak dalgaların sıklığı eskisi kadar dip ya da zirve yapmıyor. Çok daha hafif bir titreşim dalgası düşünün. Biraz daha stabil, daha sakin. Çıkışları daha kolay, mutlulukları daha sahici hissettiriyor. Terapilerde bu hafta sıklıkla konuşuldu kendimizi nasıl daha stabil titreşimlere koyabileceğimiz. Belki sizler için de farklı kapılar açar.
Bugün bir bakın, hangi havuzda yüzüyorsunuz?

çıldıracağım.jpg
Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

YALNIZ DEĞILSIN, BURADAYIM..

Ege Telgraf- 10.09.2021

İlk defa yazıdan önce bir başlık koydum bugün. Bilgisayarın önüne oturduğumda aklımda bu cümle yankılanıyordu. Bunun üzerine bir şeyler karalamamız gerektiğini fark ettim.
Acaba ne kadar güçlü bir cümle olduğunun farkında mıyız?
‘Yalnız değilsin, buradayım..’
Binlerce çırpınmadan, çabalamadan çok daha sakin ve anlayışlı geliyor bana. Birinin o ‘zor’ anında onun için yanında olmak.
Çözüm üretmeye çalışmadan,
Kendi fikirlerimizi onunkinin yerine koymadan,
Ona saygı duyarak,
Eleştirmeyerek, sadece yanında olabilmek. ‘Ne var ki bunda?’ demeyin. Bazen ne kadar zor bir durum olduğu gerçeği yüzümüze sert bir şekilde vurabiliyor.
Kanser hastalığı tanısı almış bir yakınınızın yanında durmaya çalışırken, eşini kaybetmiş bir arkadaşınızın yanında olurken, iflas etmiş bir kişinin yanında otururken, boşanmaya hazırlanan üç çocuklu bir anneyle birlikteyken, depremde evi yıkılmış biri size bunları anlatıyorken.. İçimizdeki temel bir dürtü gibidir kendi benimsediğiniz yolları gösterme isteği. Zihin kendini rahatlatmak için ‘ben olsaydım..’ kalıplarını kurmaya başlar.
Karşınızdaki kişi sıkıntı içindedir ve sizin zihninizde küçük bir ihtimal de olsa ‘Ne olurdu?’ sorusunun cevapları doğar. Bu cevaplar sizi rahatlattığı için karşı tarafa aktarmak istersiniz. Ama beynin süzgeçlerinden o kadar çok geçer ki ortaya sizin bakışlarınızla ve eleştirilerinizle bezeli bir sunum çıkıverir.
Bu sunum en iyi sizi rahatlatabilir ve size iyi gelebilir.
Terapide nasıl karşılaştık?
Terapilerde en çok danışan yakınları ile konuşurken anlatmaya çalışıyorum bu durumu. Örneğin kişi kaygı atakları geçiriyor. Ailesi yanında olmak istiyor ama hep şu şekilde;
Bu kadar gerilecek ne var azıcık rahatla,
Aslında sen kendin aşabilirsin bunları, kafanda hep
Böyle sıkıntı çektiğinde bir duşa gir, geçiverir..
Yazılardaki çözümleri görüyor musunuz? Hepsi geçsin, o kişi artık iyi olsun diye söylenen sözcükler. Ancak kişiyi daha çok sıkmaktan ve atak haline dönmesinden başka bir işe yaramıyor.  Bunlar yerine, ‘Yanındayım’ ve ‘Neye ihtiyacın var’ soruları daha pozitif ve anlayışlı çözümler yaratıyor.
Sizlerde kelimelerin gücünü tadıp farklı yerlerde kullanabilirsiniz. Merak etmeyin, o kişinin sadece yanında durmanız, onu yalnız olduğu hissinden kurtarmanız bile birçok şeyi değiştirecektir.
Keyifli haftalar dilerim..

Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

İÇIMIZDEKI ŞATOLAR

Ege Telgraf- 03.09.2021

İçimizde yarattığımız şatolar bölümüne hoş geldiniz!
Bu hafta sizlere danışanlarımla birlikte düşündüğümüz ve türlü türlü yerlere çıktığımız bir soruyu getireceğim. Bu soru hayal gücünüzü kullanarak bir şeyler tasarlamanızı içeriyor. Hazır olun!
Diyelim ki, kendinizi en iyi yansıtacak, baktığınız zaman bütün kişiliğinizi anlayabileceğimiz, hatta eksik olarak gördüğünüz yanlarınızı, en güçlü özelliklerinizi, hayallerinizi barındıracak bir ev tasarlasaydınız, bu nasıl olurdu?
Hepimizin içinde, yani içinde derken zihninde bir yerlerde arada durmak, soluklanmak için kaçması gereken bir yapı olması gerekseydi, bu yapıyı nasıl tasarlardınız?
Yalnız öyle hop diye prefabrik bir yapı oturtmak yok dostlar, üzerine biraz düşünmenizi isteyeceğim.
Genellikle bu tarz şeyleri düşünürken önce büyüklüğünden başlarız değil mi. Kimileri daha küçük bir ev kondurur içinde kimileri kocaman bir şato. Bazılarımız büyük olanın içinde kaybolmayı keyif verici bulmayabilir, güvenli taş duvarlar daha huzur verebilir.
Kimilerimiz her gün duvarların içine sıkışmış olabilir, daha doğal, ahşap gibi yapıları tercih edebilir. Kim bilir, belki doğayla daha iç içe olmak istersiniz, sarmaşıklarla örülü bir evi tercih edersiniz!
Bazılarımızın duvarları yaralı olur, geçmiş deneyimleriniz yansıyordur belki oralara. Böyle konuşurken tamir edilmesi gereken, yıkılmış ve dökülmüş evler tasarlayan birçok kişi oluyor. Kendi acı anlarımız, travmalarımız evlerimizin duvarlarında can buluyor.
Bazen anıları içeren fotoğraflar asılıyor duvarlara. Hadi beni de götür oraya dediğimde resimler tarif ediliyor, bende o anın bir parçasıymışım gibi hissediyorum. Artık o anılar, kişiler fotoğraflarda yaşıyor.
Evler nasıl çizilirse çizilsin, dikkat etmek istediğimiz bir nokta var. Tabi ki yarattığımız evler birbirine benzeyebilir, sonuçta bir eve dair algılarımız ortak, ancak yaşadıklarımız ve benliğimiz apayrı.
Örneğin bir başkasının evini alıp kendi içinize koyabilir miydiniz? Hadi koydunuz diyelim, gerçekten rahat eder miydiniz? Kurduğunuz bu yapı size ait değil ki, yaşanmışlıkları farklı, havası farklı, acıları bambaşka, yani o ev çok farklı bir düzenden geçerek oralara gelmiş. Bu durum aynı bir başka kişinin bakış açısını hiç sorgulamadan kabul etmeye, uymaya, öyleymiş gibi davranmaya benzemiyor mu?
Hepimizin olayları algılayış ve yaşayış şekli birbirinden farklı. Aynı noktalarda buluşsak bile bir başkasının değerleri o kişinin birçok özelliğinden ve yaşanmışlığından etkilenerek oraya gelmekte. Biricik oluyor olmamız da buralardan kaynaklanıyor.
Sözün kısası sizlerde yaptığınız evlere detaylıca bakabilir, hangi parçaları sizin ve hangileri değil karar verebilirsiniz. Sonra elinizde güvenli, huzurlu, ya da biraz uğraşınca öyle olabilecek bir ev kalabilir.
Keyifli tasarlamalar dilerim…

ev ofisi
Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

SONRA

Ege Telgraf- 18.01.2020

Doğduk, bebektik yürüdük, koşmaya başladık.. biraz daha büyüdük okula gitmeye başladık, peş peşe geldi okumaya devam ettik… oradan çıkıp çalıştık, para.. daha fazla para.. evlendik çocuklarımızı büyütmeye çalıştık, hep farklı şeyler istedik, daha ileri daha da ileri, çocuklarımızı evlendirdik, emeklilik günlerini bekledik, rahata ermeyi, şu zamandan sonra demeyi dilimize yerleştirdik.

Dünya üzerinde yaşayan varlıklar olarak bizi sürekli hayata bağlayan olaylar var. Sürekli değer verdiğimiz, kopamadığımız bir şeylerin peşinden koşmaktayız. Hep daha fazlasını, bir tık ilerisini düşünmekten bazen nerede durduğumuzu göremez hale geldik. Hep bir zaman bekliyoruz, bir şeylerden sonra gelecek bir rahatı arıyoruz ama neyden sonra?

Haydi cevabını verin! Biliyorum hepinizin cevabı farklı farklı.. mezun olduktan sonra, şu elimdeki iş bittikten sonra, bu yaz bi geçsin ondan sonra, elimdeki ödemeler bitsin sonra, oğlum bir evlensin ondan sonra, rahatlayacağız ve kendimize odaklanacağız, sonra, sonra, sonra!

Her gün birbirimizin sonralarını dinleyip sanki bunlar çok önemsiz şeylermiş gibi davranıyoruz. Bunlar zaten çok normal şeyler ancak kaçırdığımız çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Elimizdeki hayat belirli yönde akan ve geri dönüp beğenmediğiniz yerleri tekrar tekrar değiştirebileceğiniz bir yapıda dönmüyor. Tek yöne doğru gidiyor. En nihayetinde varış noktamız herkes için aynı. Ölümlü olduğumuz gerçeğiyle yaşamak ayrı bir yerde dursun ancak böyle değerli bir bilginin varlığı zihnimizde dururken ısrarla yapmakta olduğumuz ertelemeler, sonralar neden?

Büyüme sürecinde bir çocuğu düşünelim şimdi. Her şeye dokunmasını, her şeyin tadına bakmak istemesini, olur olmadık yerlere girmeye çalışmasını, koşmasını, düşmesini , canlı varlıklarla nasıl temas ettiğini, nasıl sevgi içerdiğini ve nasıl öğrendiğini düşünelim. Sizce büyürken ve gelişirken bir çocuğun sonraları olabilir mi? O zaman bu erteleme hastalığı bize bu süreçte yavaş yavaş aktarılan, belki de öğrendiğimiz, sadece öyle gördüğümüz için devam ettirdiğimiz ve altını sorgulayamadığımız bir durum olabilir.

Şimdiye davet

Köyün delisi şimdiye davet ediyor! Erteleme alışkanlığımızdan sıyrılabilmemiz için bunu ne kadar kullandığımızı fark etmemiz gerek. Biraz zaman ayırın ve düşünün, en son neyi sonraladınız? Bu birini aramak, biraz dinlenmek, kendinize vakit ayırabilmek ya da biriyle görüşmek olabilir. Basit şeyler gibi görünse de tek yönde akan bir yaşam için bu basit olayların ve diğer yaşadıklarımızın toplamına hayat diyoruz!

Haydi bugün hayatı bir tarafından yakalayın ve sonraladığınız bir şeyi daha fazla ötelemeyin, hayata bağlayın!

Sonrasız, huzurlu günlere..

sonra.jpg
Gazete Köşesi: Terapi Hakkında

©2020, Köyün Delisi tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page